Ne menem iştir bu yeni müzik ve gürültü düzenlemesi?

İlk bakışta da, sonraki birkaç bakışta da hiçbir kısmı yanlış görünmeyen, infialin odağındaki genel kanının tersine kötü veya art niyet içermeyen bir metni daha iyi anlamak ve bazı şeylerden emin olmak için etraflıca araştırdım, enine boyuna okumalar ve bazı görüşmeler yaptım. Paydaşı olduğum sektörün bu konudaki kaygılarını ve serzenişlerini paylaşmamamın, birtakım şeyleri gözden kaçırıyor olmamdan mı kaynaklandığını anlayabilmekti amaç. Herhangi bir şeyi gözden kaçırmadığımı, ilk bakışta da yanlış görünmeyen düzenleme maddelerinin doğru yönde olduğunu, bu yönetmelik doğrultusunda ülkemizde artık konser, festival yapmanın imkânsız hale gelmediğini ve gelmeyeceğini gördüm. Peki tam olarak ne diyor, neyi düzenliyor bu yönetmelik?

Öncelikle, bu metnin yepyeni bir yönetmelik olmadığını, 4 Haziran 2010 tarihli mevcut yönetmeliğe ek maddeler getiren ve mevcut bazı maddelerin tadil edildiği bir metin olduğunu belirtmek gerek. Ayrıca 2011 ve 2015 yıllarında, geçen haftakinin benzeri yönetmeliklerle mevcut maddelerde değişiklikler yapılmış, bazı ek maddeler ve yeni düzenlemeler getirilmiş. Ana yönetmeliğin sadece müzikle ilgili olmadığını, genel çerçevesiyle “Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi” başlıklı, 44 maddelik, geniş kapsamlı bir gürültü yönetmeliği olduğunun anlaşılması da önemli. Zira gürültü kirliliği ve kural tanımayan başıboşluk özellikle büyük kentlerimizin en ciddi çevresel sorunlarından biri.

Bu bağlamda, yönetmeliklerdeki müziğe dair düzenlemelerin hiçbiri yanlış görünmüyor. Aksine, sağduyuyla, birinin hürriyetiyle diğerininki çakışmadan, aradaki sınırlar ihlal edilmeden müziğin ve gürültünün de yapılabileceği koşulları tanımlıyor. Müzik derken de yalnızca sahnede icra edilen bir konseri değil, komşunun kendi zevkine göre dilediği ses seviyesinde çaldığı müziği, kış aylarında önce mahalledeki düğün salonunda, ardından muhtemelen sokaklarda, yaz aylarında açık havada iki kişi evleniyor diye konuyla hiçbir alakası olmayan yüzlerce, binlerce insanı etkileyen nikah sonrası müziğini, yalnızca kendi müşterisini memnun etmek ve kendi ticarî faaliyetine fayda sağlamak amacıyla müziği bir unsur olarak kullanan bilumum işletmeyi, İstanbul Boğazı’nda özellikle yaz aylarında konser sesi seviyesinde müzikle turist gezdiren tekneleri ve nice başka örnekleri de hesaba katmalı. Daha net anlatmak gerekirse, yönetmeliğin ele aldığı ‘Çevresel Gürültü’ kapsamına “ulaşım araçları, kara yolu trafiği, demir yolu trafiği, hava yolu trafiği, deniz yolu trafiği, açık alanda kullanılan teçhizat, şantiye alanları, sanayi tesisleri, atölye, imalathane, işyerleri vb. ile rekreasyon ve eğlence yerlerinden çevreye yayılan gürültü dâhil olmak üzere, insan faaliyetleri neticesinde oluşan zararlı veya istenmeyen açık hava seslerinin” de girdiğini belirtebilir, devamına da metnin kendisini inceleyerek bakabiliriz.

Öncelikle bölgeleri, bölgedeki yapıların ve yerleşimin mahiyetine göre sınıflandıran, ardından kullanım amaçları ve coğrafi alanları doğrultusunda “çok hassas”, “hassas (2010 tarihli ilk yönetmelikte “orta hassas” olarak tanımlanmış) ve “az hassas” olarak gruplandırılan bir yaklaşım söz konusu. Bunların kapsamları, ara yönetmeliklerle birkaç kez genişleyip daralmış olsa da şu şekilde:

Çok hassas kullanımlar: Konut, yataklı hizmet veren sağlık kurumları, eğitim dönemlerinde yatılı eğitim kurumları, çocuk ve yaşlı bakım evleri, canlı müzik izni almış olan oteller hariç diğer oteller, açık arazideki ve yerleşim alanı içindeki sessiz alanlar

Hassas kullanımlar: Yataklı hizmet veren konaklama tesisleri, eğitim kurumları, dini kurumlar

Az hassas kullanımlar: İdari ve ticaret binaları, çocuk bahçeleri, oyun alanları ve spor tesisleri

Bu yazıya konu infiale sebep olan asıl olguysa geçen hafta yayınlanan son yönetmelik değişikliğindeki canlı müzik ve saat düzenlemesi. Şöyle ki, “Çok hassas kullanım alanlarındaki açık ve yarı açık eğlence yerlerinde canlı müzik yayını yapılması yasaktır. Bu alanlarda, açık ve yarı açık eğlence yerlerinin kurulmasına izin verilmez. Bu alanlardaki mevcut açık ve yarı açık eğlence yerleri kapalı hale getirilir. Hassas kullanımların bulunduğu alanlarda faaliyet gösteren açık ve yarı açık eğlence yerlerinde, 24.00-07.00 saatleri arasında canlı müzik yayını yapılması yasaktır.” Yani, meskûn mahalde, ev, hastane, yurt, bakımevi vb. yapıların yanında açık hava konseri yapılamaz deniyor. Size bunun neresi tuhaf geliyor? Ayrıca, kullanım kategorilerine göre, yalnızca buralarda ve yakınlarında çalınan müziğe, konserlere ve festivallere ilişkin değil, kendi gürültüsü olan birçok başka faaliyete dair düzenlemeler de yer alıyor. Örneğin, çok hassas kullanım alanlarını etkileyen açık ve yarı açık eğlence yerlerinde canlı müzik yapılmasının yasak olduğu gibi, deniz motoru, motosiklet veya herhangi bir motorlu araçta 19.00-07.00 saatleri arasında deneme çalışmaları yapmak, buralardan en az 350 metre mesafede; mekanik veya motorlu dikiş makinesi, matkap, testere, öğütücü, çim biçme makinesi, koşu bandı veya benzeri araçların 19.00-07.00 saatleri arasında çalıştırılması, eğlence amacıyla patlayıcı, maytap, havai fişek vb. şeyleri kullanmak, ateşlemek gibi benzeri faaliyetlerin, çok hassas kullanımların bulunduğu alanlarda yapılması da yasaklanıyor. Tabii bu havai fişek meselesi, atanın da attıranın da utanç duyması gereken, dev gibi bir tartışma alanıdır, zira havai fişek kepazeliği kentsel gürültünün en yaygın ve eleştirilen şekli olmaya tüm hızıyla devam etmekte.

Daha fazla resmî metinlerle kimseyi yormadan, temeldeki konuya dair söz söylemek gerekirse bu düzenlemelerin hiçbir yerinde, iddia edilen ve yakınılanın aksine, canlı veya banttan müziği susturmaya veya yasaklamaya dair bir yaklaşım veya niyet görmüyorum. ‘Hassas’ veya ‘çok hassas’ olarak tanımlanan bölgelerde yer alan ve tamamıyla kapalı olmayan mekân ya da alanlarda gerçekleşen müzikli etkinliklereyse (konser, festival, DJ set, düğün, yarışma vb.) saat 24.00’e kadar izin verilmesini gayet doğru ve toplumsal yaşamın esenliği için gerekli buluyorum. İyi anlamak gerekiyor ki, tamamıyla kapalı yerlerde, örneğin bir gece kulübünde, müzik eskiden de olduğu gibi 24.00’ten sonra, istenirse sabaha kadar da devam edebiliyor. Aynı şekilde, tamamıyla kapalı bir yerdeki konserler, canlı veya banttan müzik eşliğinde icra edilen performanslar herhangi bir saat kısıtlamasına tabi olmadan devam edebiliyor. Daha da basitleştirelim: Ülkemizde müzik yasak değil. Festivaller de konserler de eskiden olduğu gibi, açık havada da kapalı yerlerde de yapılabiliyor. Kapalı mekanların hiçbiri, açık ve yarı-açık alanlar da eğer yukarıda tanımlanan kullanım vasıflarının dışındaysa, mesela dev bir rock festivalinin birkaç kez gerçekleştiği Çatalca’daki Hezarfen Havaalanı veya Tuzla’daki Formula 1 Pisti mahiyetinde bir yerdeyse, herhangi bir saat kısıtlamasına tabi değil. Ayrıca bugünlerde COVID-19 Omicron varyantının ülkemizdekine benzer seviyelerde hüküm sürdüğü, canlı müziğin kalesi addedilen batı ülkelerinde sayısız organizasyon, konser ve festival art arda ertelenir veya iptal edilirken bizde konserler peş peşe anons ediliyor. Canlı müzik sektörümüz virüse rağmen dört nala koşuyor; göründüğü kadarıyla ne mutlu ki konserlerin çoğu da gayet iyi geçiyor.

Bu işin, özellikle canlı müzik, konser, festival gibi faaliyetler söz olduğunda doğru ve düzgün örneklerini anlamak için gözümüzün, kulağımızın, aynı zamanda aklımızı ve fikrimizin dönüverdiği batıdan yola çıkarak ele alınabilecek, bu gürültü yönetmeliklerinden ayrı ama yadsınamaz önemde bir yanı da var. İngiltere, Almanya ve ABD gibi ülkelerde bu tip düzenlemelerin toplumun tamamını gözeten bir yaklaşımla ve kapsayıcı bir şekilde yapıldığı görülür. Üstelik ülkemizdekinden daha sert kuralların, sadece göstermelik ya da konduğuyla kaldığı değil, katı bir şekilde uygulandığını da ilk elden bilen, bu işlerin mutfağında yıllarını geçirmiş birisi olarak, dans müziği odaklı gece kulüpleri ve DJ performansları hariç janrından bağımsız şekilde konserlerin belli bir saatte sonlanması gerektiğini savunuyorum. Bir kere, canlı müzikteki iş gücünün temel unsurları olsalar da çalışma koşulları üzerinde söz sahibi olamayan, sendikal haklardan yoksun şekilde hizmet veren personel gözetilmelidir. Bunun için, konser saatlerinin sadece bir şehrin, bir sanatçının, bir mekânın sahibinin veya müşteri kitlesinin alışkanlıkları doğrultusunda değil, tüm paydaşların insanî şartlarda ve makul mesai saatlerinde çalışmasına öncelik verilerek belirlenmesi gerekir. Başka bir yazımda hayatının bir gününü betimlemeye çalıştığım bir prodüksiyon elemanın, sahneden 24.00‘te inilen bir gecenin ardında başını yastığa koyacağı saat muhtemelen 04.00-05.00 civarıdır. O emekçinin yaşam kalitesi, sahnede müthiş bir performans sergilerken sahneden inmek istemeyen ya da o performansı 21.30-23.30 arasında sergilemek yerine 23.45-01.45 arasında sergilemek isteyen sanatçının veya sabaha karşı saatlerde alkollü içecek satışını, dolayısıyla cirosunu arttıracak mekân sahibinin tercihleri kadar önemlidir. Bu nedenle de ‘dünyanın tüm medenî ülkelerinde’, sabahın ilk ışıklarına kadar dans edilerek zaman geçirilen gece (dans) kulüpleri hariç, açık, yarı açık veya kapalı yerlerdeki konserler disiplinli bir akış planlamasıyla, makul saatlerde başlar ve biter. Biz ise bazen ‘bu konser işleri nasıl yapılır’ diye öykündüğümüz o medeniyetin doğrularını burada uygulayanları ötekileştirir ve dışlarken, istikrarla her türlü kemikleşmiş yanlışı yapmaya devam edebiliyoruz. Son yıllarda nasıl olduysa yavaş yavaş olsa da öğrenerek, kurallarını seve seve uygulamaya başladığımız doğru teamüller, artık burada bir istisnadan kaideye dönüşmelidir. Sağlıklı, faydalı ve herkes için adil olan budur.

Siyaseten ve usulen kılıfına uydurularak sanatın pek çok alanının, ifade özgürlüğünün, çeşitliliğin, çoksesliliğin, bireysel, muhalif, alternatif olan herkesin ve her şeyin susturulmaya ve kurutulmaya çalışıldığı bir ortamda çetin bir mücadele verildiği vakıadır. Ama bunun böyle olması, doğru şeylere yönelik yapılan doğru düzenlemeleri yanlış anlamayı, anlamamayı, anlamak istememeyi ve en önemlisi, doğru olmayan şeyleri söyleyip yaymayı gerektirmez, meşru da kılmaz. Yalan yalanı sökmez; karşındaki kasten ve defalarca yalan söylese de, o yalanı yaysa da, her seferinde ve sadece doğruyu söylemek gerekir. İlla inat edilecek bir şey varsa, o da inatla doğrudan şaşmamaktır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.