Müzikte 2022 ve sonrasına dair birtakım kehanet

Yeni yıla girmemizle dört bir yanımızda beliren “yılın ‘en’leri” listelerinin yanında birçok alanda 2022 ve sonrasında neler olacağına dair tahmin ve öngörülere de bolca rastlanıyor. Geçtiğimiz günlerde, bunlar arasında özellikle müzik ve müziğin geleceğiyle ilgili, neredeyse tamamı yabancı kaynaklardan olan pek çoğunu taradım, inceledim, düşündüm; bunların bendeki karşılığını anlamak, anladığım kadarını sizlerle paylaşmak istedim. Çok katıldığım ve hiç katılmadıklarımdan, kısmen katıldıklarım ve aklımın ucundan dahi geçmesini istemediklerime kadar geniş bir tahmin çeşitliliği gördüm. Bu okumaların ve düşüncelerin bende bıraktığı duyguysa ağırlıkla tatsızlık ve karamsarlık oldu. Eğlencesiz, heyecansız, sıradan ve en basitinden ilgi uyandırıcı olmamanın yanında müzik işlerindeki güç dağılımının her zamankinden fazla dengesizliğe ve eşitsizliğe doğru meyledeceği yönünde. Müziğin yeni dağıtım ve iletim modelleri, dijital teknolojinin ve sosyal medyanın her geçen gün çeşitlenerek ve fazlalaşarak sunduğu imkanlar, ilk bakışta daha çoksesli ve eşitlikçi bir rekabet iklimi sunuyormuş gibi dursalar da üretilen değeri hem sanatçılar hem de dinleyicilerden alarak birkaç küresel teknoloji devinin güç çarklarına aktaracaklar gibi görünüyor.

2022 ve sonrasının müziğine ve müzik işlerine dair öngörülerin paylaşıldığı konuşma ve metinlerde en sık rastlanan terimlerden bazılarına bakalım: Metaverse, NFT, TikTok, AI/AR/VR (Yapay Zeka / Arttırılmış/Sanal Gerçeklik), IG Reels, YouTube Shorts, Influencer/Creator, Experience (Deneyim), Engagement (Etkileşim), Licensing (lisanslama), Livestreaming… Bunlardan kaç tanesi, okuduğunuzda aklınıza ilk olarak müziği getiriyor? Diyelim uğraştınız ve müziği her biriyle bir şekilde ilişkilendirmeyi başardınız. Bir müzikseverseniz, müzik adına kaç tanesiyle ilgili heyecan duydunuz? Bir müzisyen ve/veya besteci ve/veya şarkı yazarıysanız, kaç tanesiyle doğrudan bir bağlantı kurdunuz?

Önceki yazılarımda, ilk paragraftaki ana fikirler hakkında düşüncelerimi ayrıntılı şekilde paylaşmıştım. Burada da, okuduğum tahmin ve yorumlar arasında en çarpıcı bulduklarımdan bahsedeceğim. Bunlardan bir tanesi, uzun süredir üzerinde düşünüp bir türlü iyi bir yere koyamadığım, huzursuz edici bir şeyi savunuyor: geleceğin müzisyen adayı çocuklar, influencer olarak para kazanabilmek için müzisyen olacaklar. Ülkemizde şekilli sakallı, kaküllü gamzeli, tüyler ürpertici emsallerini çoktan görmeye başladığımız ve neredeyse yataklarımızın altından bile çıkacak derecede gözümüze sokulan bazı ışıksız ışıldıkların ticarî zekasına ve basiretliliğine diyecek yok. Zira müzisyenliğin cefasını çekmektense, müziğin hakkını vermektense, müzikte mızıkçılıkla kestirmeden varılacak müthiş bir mertebe var artık: Müzikçilik. Nitekim sanallar ve yapaylar çağının vizyonunu tez elden misyona geçirmeyi başaran bu girişken uyanıklar, müzikçilikle kitleleri günbegün ‘influence’ ederken kendi günlerini gün ediyorlar. Gerçekten takdire şayan bir hipnoz mekanizması.

Resmî sektör istatistikleri, yani sayısal veriler, küresel müzik ekonomisinin büyüdüğüne işaret ettikçe, ki ediyor, müziğin temel unsurlarının iyi yolda olmadığına dair söylemler ilk tahlilde havada kalabiliyor. Lakin büyüyen bu ekonominin müzikten üretilip asıl işi müzik olmayan şirketlere (Apple, Google, TikTok vb.), bunların müzik harici işlerine (Teknolojik Ar-Ge, Yatırım Finansmanı, İş Geliştirme vs.) ve müziği tamamlayıcı unsur olarak kullanan iş modellerine (senkronizasyon, müzik kütüphaneleri, umumi/temsili kullanımlar vs.) akıtılmasıyla konvansiyonel müzik sektörünün içten bir kan kaybı yaşadığı örneklenebilir. Yüz sene öncesine dayanan doğru konumlanma ve zaman içinde vücuda gelen külliyatlar sayesinde bugün daha da güçlenmiş küresel müzik oligopolünün ve bir avuç üst yöneticisinin ikbali maalesef sektörün paydaşlarının da zenginleşmesi anlamına gelmiyor. Kitlelere hitap eden, yani popüler sanatlar diye nitelendirilebilen sanat formları içerisindeki önemiyle ekonomik hacmi arasındaki ters orantı on yıllardır süren ve bir türlü düzeltilemeyen müzik, kartlar yeniden dağıtılıp sofralar yeniden kurulurken, film, dizi ve oyun gibi esas oğlanların krupiyeliğini ve komiliğini yapmaktan kurtulamayacak gibi duruyor. Müziğe biçilen rol tuhaf: her zaman orada olmak zorunda fakat asla başrolde değil. En iyi ihtimalle yardımcı oyuncu, sıklıkla kötü adam, zaman zaman figüran; ama olmazsa olmaz.

Bunun böyle sürmesinin teminatlarından biri de müziğin birçok unsurunun bozuk, işlemeyen, sorunlu olduğuna atıflardan geçer. Bu atıflara göre, yalnızca dolaylı olarak müzikten para kazananların geliştirebileceği ve pazarladığı yeni model, teknoloji veya çözümlerle bu handikapların üstesinden gelinebilir ve müzik refaha kavuşabilir. Müziğin satış, dağıtım ve pazarlama yöntemlerine dair hatırı sayılır katkılar yaptıkları yadsınamaz bir gerçek olsa da hızlarını alamayıp müziğin aslına, yaratımına, üretimine dair teşhis ve önerileri maksadını aşıyor. Oysa oralarda bozuk olan bir şey yok. Şarkıda, şarkı yazımında, türünde, bestede, özünde, sözünde hiçbir problem yok. Müzik orada, yaratıcıları orada. Kalpleri, cesaretleri kırık olabilir, ama bozuk değiller. Bozuk olmayan şeyi tamir etmeye de, kurcalamaya da gerek yokken mütemadiyen “müzik artık şudur, şarkı artık budur, şöyle olmalıdır, böyle olmamalıdır” minvalinde savlar, kuzunun emanet edildiği kurdun, kırmızı başlıklı kızın büyükannesine ilişkin tespitlerini çağrıştırıyor.

Dikkat edin, genelde konuşan kafa olarak ahkam kesme mertebesine erişmiş çoğu profesyonel, hep ‘sanatçı’ya öğütler verir. İşaret parmağı havada, “artık bilmemne yapma(ma) zamanı”dır. Sanatçı şarkısını, albümünü, müziğini, konserini şöyle ya da böyle yapma(ma)lıdır. Üstten bakan nasihatleri havada uçuşur köşe tutanların, sanatçıyı bilinçsizlik, muhafazakarlık, eski kafalılık ve hatta paragözlükle itham eden alt metinlerle. Onların gözünde sanatçı tek tiptir ve inorganik bir nesnedir nasılsa, fikri sorulanların dertlerini anlatmasında faydalı birer araçtır. Veya herhangi bir girdiyi aldığı takdirde herhangi bir çıktıyı aynen ve ayıpsız sunabilecek bir robottur. Bu robotlara öğütler vermek çok kolaydır; özellikle öğüt verilen hemen her konuyla ilgili alanında devleşmiş, hatta tekelleşmiş, elinde tuttuğu güçle kuralları ve fiyatları, dolayısıyla hiyerarşiyi ve kazançları belirleyen şirketlerin tahakkümü göz ardı edilirse. Halbuki başın ve tepenin orantısız biçimde ağır bastığı müzik işlerinde açılan her yeni kapı, ortaya çıkan her yeni imkân er ya da geç, ama genellikle çabucak zaten en tepede yerini almış olanların küplerini daha da fazla doldurmaya programlıdır. Keşke güçler yetse de birkaç istisna dışında edilgen durumdaki sanatçılar yerine büyük patronlara nasihat verilebilse.

Orta ve küçük ölçekli plak şirketlerinin birer sanatçı geliştirme idman yurdu vasfından kopacağı, büyüklerin, ellerindeki derin katalogdan, yani kayıtlı eserlerden değer üreten mali hak tacirlerine dönüşeceği, diğerlerininse genelde böyle varlıkları olmadığından ve yeni sanatçılarla yeni gelir modelleri yaratmakta zorlanacaklarından, yavaş yavaş tasfiye olacaklarına dair öngörüye tamamen katılıyorum. Bunun sonucunda, birtakım büyük yapımcı/patronlar müreffeh yaşamlarına devam ederken alt kademelerdeki sektör çalışanları işlerini veya gelirlerini bir kısmını kaybedecek. Daralan ekonomi, kuruluşundan beri liyakatsizliğin kalesi olan müzik sektöründe zaten var olan nepotizmi ayyuka çıkartacak.

Öte yandan, plak şirketi tedrisatından geçmeyen bazı genç müzisyenlerse müziklerinin aslî kullanımından belli gelirler üretseler de parayı müziğin hizmet ettiği yan sanayi anlaşmalarından (lisanslamalar, marka işbirlikleri, dolaylı angajmanlar vb.) kazanacak. Katalog demişken, bir yazıda okuduğum şu tahmini de çok beğendim: Dinleyicilerin yepyeni favori şarkıları olmaya devam edecek ama artık çoğunlukla şarkıcıların adı bilinmeyecek. Bu bakımdan şarkı keşfi ve yayılımı konusunda, yazarın, şairin, bestecinin anonim kaldığı Orta Çağ geleneklerine geri dönülmüş olacak.

Gelelim direkt müzikle alakalı ve görece ümitvar öngörülere. Öylesine azlar ki, bir çırpıda toparlanabilir: Pandemi nedeniyle 1,5 sene boyunca tamamen duran konserler, daha hacimli, verimli ve coşkulu şekilde geri dönecek; dünyada konser patlaması yaşanacak. Plak üretimindeki küresel zorluklar nedeniyle CD’nin geri dönüşünü göreceğiz. Sonraki büyük müzik akımlarının çoğu, A.B.D. ve İngiltere’den değil, en büyük örneği Güney Kore’nin K-Pop mucizesinde görüldüğü gibi, dünyanın farklı coğrafyalarından gelecek, çeşitlilik artacak.

Direkt tercümeyle aktarmaya çalışacağım şu hicivli öngörüyle bitirmek istiyorum: Bir noktada müzik patronlarının en büyük hayali müzik işinden çıkmak olacak. NFT satmayı, sesli kitap veya müzik temalı kıyafet ticaretine girmeyi, müzik temalı kumarhaneler açmayı deneyecekler. Onları kim suçlayabilir ki? Kayıt (müzik) endüstrisinin ekonomisini alaşağı ettikten sonra yok edecek başka alanlar bulmaları gerektiği aşikâr.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.