Hitit İmparatorluğu’nda salgın fırsata çevrildi mi?


Metin Alparslan*

Hitit Devleti’nin kuruluşunu son zamanlarda yaygın olarak kabul edildiği gibi MÖ 1650 yıllarına, yıkılışını ise MÖ 1200 yıllarına koyacak olursak; devletin varlığını yaklaşık 450 sene boyunca devam ettirdiğini görüyoruz. Bu süre zarfında devlet zaman zaman zorluklar yaşamış, çıkmazlara girmiş, hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Tabii bu tehditler türlü türlüydü ve birçoğundan haberdar olmadığımızı da var saymamız gerekir.

M.Ö. 13. yüzyılda Hitit İmparatorluğu’na bağlı toprakları gösteren harita.

Arkeolojik bulgular bu konuda sadece dolaylı ve yoruma açık bilgiler sağlayabildiğinden, haberdar olmamız ancak günümüze kalan yazılı kaynaklar ile mümkün olabilir. Bilindiği gibi Hititler kil tabletler üzerine, bugün ‘çiviyazısı’ olarak tabir edilen bir yazı sistemiyle ve bilinen en eski Hint-Avrupa dili olan Hititçe ile yazıyorlardı. Bugüne kadar Hititlere ait en büyük çiviyazılı arşiv ise Hitit başkenti Hattuşa’da (Boğazkale-Çorum) ele geçmiştir. Başkent dışındaki çiviyazılı başlıca arşivler ise Şapinuwa (Ortaköy-Çorum), Tapigga (Maşat-Tokat), Şarişşa (Kuşaklı-Sivas) ve Şamuha (Kayalıpınar-Sivas) yerleşmelerinde ortaya çıkarılmıştır. Ancak tüm bu arşivlerin ortak bir özellikleri var: Hepsi bir devlet arşivine ait. Farklı şekilde söyleyecek olursak, bu arşivlerde sadece devletin tutmuş olduğu kayıtlar bulunuyor. Özel şahısların kayıtları ise yok denecek kadar az. Bu nedenle Hitit devlet işleri üzerine bilgiye sahipken, Hitit halkı hakkında bilgilerimiz son derece sınırlı.

HİTİT BELGELERİNDE SALGINLAR VE BULAŞICI HASTALIKLARI

Hititçede “salgın” ve “ölüm vakası” kavramları, “hinkan-/henkan-” kelimesi ile ifade edilir. Bununla beraber bu Hititçe sözcük çoğu zaman “veba” olarak çevrilir. Öyle ki Hitit kralı II. Murşili’ye ait dört dua da “veba duası” olarak adlandırılır. Oysa “hinkan-/henkan-” olarak ifade edilen hastalığın özelliklerine ait hiçbir bilgimiz yoktur.

 

Orijinale uygun olarak Hitit başkenti Hattuša’da ayağa kaldırılan Hitit suru. Düşmana karşı son derece etkili olan bu anıtsal sur salgınlara karşı çaresizdi.

Hitit Devleti’nin zaman zaman bulaşıcı hastalıklar ile karşı karşıya kaldığını yazılı kaynaklardan öğreniyoruz. Tabii doğal olarak bütün salgınlardan haberdar olduğumuzu iddia etmek mümkün değil. Büyük bir ihtimalle sadece en etkili salgınlardan ya da Hitit Kralı’nı doğrudan etkileyen salgınlardan bahsedebiliriz.

 

Hitit başkenti Hattuša’nın en eski ve en anıtsal tapınağı olan Büyük tapınak.
Muhtemelen Hitit baş tanrıları olan Fırtına Tanrısı ile Güneş tanrısına aitti.

Hititler tüm hastalıklara olduğu gibi salgın hastalıklara da bilimsel olarak değil, dinsel olarak yaklaşırlardı. Onlar için bütün hastalıklar, “tanrıların cezası” olarak görülürdü. Tedavinin en önemli öğesi ise tanrıları yatıştırmak ve kendi tarafına çekmekti. Bu yüzden zaman zaman hastalığın nedenini öğrenmek için fala başvurulduğunu ve böylece sebep ‘öğrenildikten’ sonra, bazı majik (büyüsel) ritüeller yapıldığını biliyoruz.

Hititler geleceği öğrenmek değişik fallara
bakarlardı. Bu ciğer falı metni o dönemde
başvurulan fallardan sadece biridir.

Hititler, hastalıklardan korunmak için önlemler de almaya çalışırdı. Temizlik bunların başında gelirdi. Elbette burada da dini anlamda bir temizlik ağırlık kazanıyor. Farklı şekilde söyleyecek olursak, Hitit insanı temizliği bizim anlayacağımız şekilde bir “hijyen”den ziyade “dinsel yönden” sağlamak için uyguluyordu. Ancak ne olursa olsun, Hititler, hastalığın bulaşmaması için temiz olmak gerektiğini ve bulaşmışsa da yayılmaması için önlem alması gerektiğini çok iyi anlamıştı. Öyle ki bunun yansımasını Hitit kanunlarında da görmek mümkündür:

Hitit çiviyazılı tablet. Hititler nemli kil üzerinde sivri bir alet (stylus) bastırılarak yazıyı uygularlardı.
Sonuç olarak ortaya çıkan şekiller çiviye benzedikleri için bu yazı “çiviyazısı” olarak adlandırılır.

“Eğer birinin hayvanları tanrı tarafından hastalıkla cezalandırılırsa ve (sahibi) onları dini açıdan temizlerse ve uzağa sürerse (ritüelde kullanılan malzemeyi ise) ortalığa bırakırsa ve bunu başkasına da söylemezse ve başkası da bunu bilmeden hayvanlarını (oraya) sürerse ve hayvanları ölürse, o tazminat öder.”

Bu örnekte de görüldüğü gibi Hititler, hastalıklı hayvanları, bulaş olmaması için, sağlıklı hayvanlardan ayırmayı biliyorlardı. Bu nedenle onları tedaviden sonra farklı bir yere (uzağa) götürüyorlar. Bununla beraber, tedavi için kullanılan malzemelerin bulaştırıcı olabileceğinin ve ortalıkta bırakılmasının tehlikeli olabileceğinin farkındadırlar. Yine başka bir kanun maddesinde de, kamuya açık olan bir su yatağının kirletilmesinin cezaya tabi olduğu anlatılmaktadır.

Hitit Devleti’nin önemli bir parçası, ülkenin sahip olduğu ordusu idi. Çiviyazılı kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla Hitit Kralı ya da komutanları hemen hemen her ilkbaharda sefere çıkıyor ve ayaklanan bölgelere ya da henüz fethedilmemiş ülkelere karşı savaşıyorlardı. Bu seferlerin hava şartlarının elverdiği sürece devam ettiği ve ancak kışın gelmesiyle son bulduğu anlaşılıyor. Binlerce kişinin beraberce yolculuk etmesi ve askeri kampların –olası kötü yaşam şartları göz önünde bulundurulduğunda- salgın hastalıklara karşı çok savunmasız olduğu aşikârdır. Tarih bu nedenle askeri kamplarda ortaya çıkan salgınlarla doludur. Hititlerden yaklaşık bin yıl sonra yaşamış ünlü tarihçi Herodot bile Pers ordusunda ortaya çıkan bir salgından bahseder. Yukarıda da değindiğimiz gibi Hititler hastalıkları genellikle doğaüstü varlıkların bir cezası olarak kabul ederlerdi ve kurtulmak için sıkça “majik ritüel” olarak adlandırdığımız merasimlere başvururlardı. Hititçe metinler arasında salgınlara karşı yapılan majik ritüelleri genel olarak üçe ayırmak mümkündür: 

Hitit Fırtına tanrısı heykelciği. 
Amasya yakınlarındaki 
Doğantepe’de bulunmuştur.

1. Salgına karşı yapılan majik ritüel

2. Dışarıdan taşınan salgına karşı yapılan majik ritüel

3. Ordugâhtaki salgına karşı yapılan majik ritüel.

Sonuncusuna en güzel örnek ašella-ritüeli olarak adlandırılanıdır. Şöyle başlar:

“Hapalla’lı Ašhila şöyle (der): Orduda kötü bir yıl olursa şöyle bir kurban (ritüeli) yaparım.”

Ritüelin ilk kısmına göre tüm komutanlar birer koç hazırlarlar ve onu bir miktar ekmek ve bira ile beraber tanrılara sunarlar. Salgına hangi tanrı neden olduysa o tanrının, bu kurbanlar ile tatmin olması istenir. Ayrıca bir kadını kralın çadırının önüne oturturlar. Ritüelin devamında koçları, bira ile ekmekleri ve kadını uzağa sürerler. Metin şöyle devam eder:

“…ve onları açık araziye sürerler. Giderler ve onları düşman ülkesi sınırı içine salarlar; bizim olan yere gelmezler. Ve bu sırada aynı şekilde söylerler: ‘Bak! Bu ordunun insanları, koyunları, atları, katırları ve eşekleri içinde kötü olan ne varsa, şimdi bak, onları ordugâhtan bu koçlar ve bu kadın götürdü. Onları kim bulursa, bu kötü salgını da o ülke alsın!’”

Ritüelden de anlaşıldığı üzere, amaç sadece kendi ordugâhını hastalıktan kurtarmak değil, aynı zamanda düşman ordugâhını ya da ülkeyi hasta etmektir.

Böylece Hititlerin hastalıklardan ve salgınlardan kendilerini hijyen kurallarıyla korudukları, hastalık bulaştığında ise majik ritüellerle bu hastalıktan kurtulmaya çalıştıklarını gördük. Ancak elbette hastalıktan kurtulmak için bir yolları daha vardı: Dua.

KRALLARI ÖLDÜREN SALGINDAN SONRA…

Hititler kendi ülkelerini Hatti Ülkesi olarak adlandırıyorlardı. Yaklaşık olarak M.Ö. 1350-1320 arasında Hitit tahtında oturan I. Şuppiluliuma, devletin sınırlarını ilk defa bir imparatorluk olacak şekilde genişletmiş, Suriye ve Mezopotamya’ya önemli seferler düzenlemiş ve Mısır’a karşı önemli askeri başarılar elde etmiştir. Ancak hükümdarlık döneminin sonlarına doğru Hatti Ülkesi’nde büyük bir salgın ortaya çıkmıştır. Aslında bu salgın sadece Hatti Ülkesi ile sınırlı değildir. Kesin olarak ilk nerede ortaya çıktığı bilinmese de, söz konusu salgının Anadolu, Mısır, Suriye ve Mezopotamya’da görüldüğü farklı ülkelerin yazılı belge arşivlerinden anlaşılmaktadır.

I. Şuppiluliuma büyük bir ihtimalle Hatti Ülkesi’ni de etkisi altına alan bu büyük salgın sonucunda hastalanır ve ölür. Onun yerine geçen oğlu II. Arnuwanda’nın ise çok kısa bir süre sonra aynı şekilde hastalandığını ve öldüğünü, yerine geçen II. Murşili’nin siyasi yıllıklarından öğrenmekteyiz. Eğer metinleri doğru yorumluyorsak, Hitit İmparatorluğu’nun başında bulunan iki kralın art arda kısa bir süre içinde salgın hastalıktan öldüğünü görüyoruz ki bu da bize salgının ne denli önemli sonuçlar doğurabileceğini en net biçimde gösterir. 

Hitit tahtına geçen II. Murşili henüz çok genç ve tecrübesizdir. Yıllıklarında anlattığına göre genç kralın bu tecrübesizliğinden faydalanmak isteyen rakip ülkeler Hatti Ülkesi’ne savaş açar. Kuşkusuz salgın nedeniyle Hatti ordusunun da zayıfladığını var saymamız gerekir. Çevre ülkeler de, Hitit ordusu içindeki bu tedirginlikten faydalanmak arzusundaydı. Görünürde herşey Hatti Ülkesi’ne karşıydı, ancak II. Murşili tecrübesiz görünmekle beraber son derece akılcı, güçlü ve kararlı bir kral olacaktı. İlk yaptığı işlerden biri tanrıları kendi tarafına çekmeye çalışmaktı. Yıllıklarında Hitit Kralı, bu amaçla ihmal edilen bayramları tekrar kutladığından bahsetmektedir. Böylece muhtemelen saray erkânı içindeki birliği de tekrar sağlamayı umuyordu. Ancak bununla beraber Hitit Kralı’nın dualarını da eksik etmediğini görüyoruz. Bugüne kadar Hitit metinleri arasında yaklaşık 19 farklı dua metni tespit edildi. Bunlardan ancak 13’ünü kesin olarak bir krala atfetmek mümkün. Altısının II. Murşili’ye ait olması elbette bir tesadüf değil ve kralın da kişiliğini gösteriyor. II. Murşili’nin bu altı duasından dördü, literatürde “Murşili’nin Veba Duaları” olarak adlandırılır. Bu metinler oldukça ilginç bazı pasajlar içerir. Bunlardan bazılarını burada sayalım:

Murşili’nin ikinci veba duası: “…O zaman, efendim Hatti’nin Fırtına Tanrısı, babamı davasında haklı gördü ve o Mısır Ülkesi’nin yaya ve arabalı savaşçılarını yendi. Onları öldürdü. Yakaladıkları esirleri Hatti Ülkesi’ne geri getirdikleri zaman, tutsakların arasında ölüm salgın oldu ve onlar ölmeye başladılar. Fakat esirleri Hatti Ülkesi’nin içine getirdikleri zaman ölüm salgınını bu esirler Hat[(ti)] Ülkesi’nin içine getirdiler. Hatti Ülkesi’nin içinde o günden beri ölüm hüküm sürüyor. …”

Buradan da anlaşıldığı gibi Hitit kralı, hastalığın babasının zamanında Hattuşa’ya getirilen askeri esirler ile ülkeye girdiğini düşünmektedir.

II. Murşili’nin veba dualarından anladığımız kadarı ile Hitit Kralı çabalarına rağmen, hastalığı yok etmeyi uzun bir süre boyunca başaramamıştır. Bu yüzden dualarda “tanrısal ceza”nın nedeni ve çözümü farklı farklı verilmiştir:

Birinci veba duasında Murşili, hastalığın nedeni olarak babası I. Şuppiluliuma’nın işlemiş olduğu bir günahı görür. Şuppiluliuma, daha evvel etmiş olduğu sadakat yeminini bozarak, kardeşi Tuthaliya’yı tahttan indirerek (öldürerek) kral olmuştur. Murşili, bu günahı fal yoluyla, vebanın nedeni olarak tespit etmiş ve bunun bedelini kurbanlarla ödeyeceğini ifade etmiştir.

İkinci veba duasında Hitit Kralı, hastalığın nedenini araştırdığını ve bu araştırma sırasında iki eski tablet bulduğunu ifade eder. İlk tabletten Murşili, Mala Nehri’nin kurbanlarını ihmal ettiği sonucuna varmıştır. İkinci tablet ise babası I. Şuppiluliuma’nın Mısır seferi ve bu bağlamda bozulmuş yeminlerle ilgilidir. II. Murşili, bu sorunları çözeceğini ve telafi edeceğini ifade eder.

Üçüncü ve dördüncü veba duaları oldukça kırıktır. Bu nedenle hastalığın nedeni ve çözümü iyi anlaşılmamaktadır.

Hitit tanrılarını yatıştırmak için tanrıların bayramlarını kutlamak ve onlara kurbanlar sunulması gerekiyordu. Alacahöyük’te bulunan bu kabartmalar (ortostat) muhtemelen böyle
bir bayramı tasvir etmektedir. En sağda üzerinde boğa heykeli bulunan sunak, önünde Hitit kralı ve kralın arkasında ülkenin ileri gelenleri.

Veba dualarında yer alan bazı bölümler ise Hitit Kralı’nın tanrıların bir cezası olarak kabul ettiği bu salgın karşısındaki çaresizliğini gözler önüne serer:

“… Hatti Ülkesi şimdiye kadar çok acı çekti. Şimdi salgın daha da kötüleşti. Hatti Ülkesi salgın yüzünden çok acıya maruz kaldı ve nüfusu çok azaldı. Ben Murşili sizin hizmetkârınız, kalbimdeki heyecanı yenemiyorum, vücudumdaki korkuyu yenemiyorum… Siz tanrılar, efendilerim, bana karşı yeniden lütufkâr olunuz! Huzurunuza çıkmak istiyorum. Beni dinleyin. Ben hiçbir kötülük yapmadım. Günah işleyenler ve kötülük yapanlardan artık kimse yoktur. Onlar çoktan öldüler…Size bedel ve kefaret ödeyeceğim, siz tanrılar, efendilerim bana karşı tekrar lütufkar olunuz!… Az sayıda (kalmış) kurban ekmeği ve kurban içkisi hazırlayanlar da eğer mahvolurlarsa, size artık kurban ekmeği ve kurban içkisini hiç kimse sunamaz… Bu kurban ekmeği ve kurban içkisi hazırlayanlar zarar görmesinler, onlar ölmesinler…Kalbimdeki heyecanı kovunuz ve vücudumdaki korkuyu alınız…”

1, 2 ve 3. veba duaları sayesinde, salgının en az 20 sene devam ettiğini öğrenmekteyiz. Bu süre göz önünde bulundurulduğunda iki Hitit kralının da aynı hastalıktan ölmesinin tesadüf olmadığını düşünmemiz gerekir. Hastalığın, I. Şuppiluliuma döneminin hangi evresinde başladığını bilmiyor olsak da, II. Murşili’nin en az 5 yıllık bir süre boyunca bu salgın şartlarında kral olduğunu varsaymak mümkündür.

II. Murşili’nin 20-25 sene boyunca Hitit tahtında oturduğunu düşünecek olursak salgının bu kralın dönemi içinde bittiğini var saymamız gerekir. II. Murşili döneminin Hitit İmparatorluğu’nun en parlak dönemlerinden olduğunu düşünecek olursak salgının devleti, en azından çevre devletlere göre fazla zayıflatmadığını söyleyebiliriz. Belki de Hitit Kralı bu olumsuz durumu bir fırsat gibi değerlendirebilmiştir. Muhtemelen o dönemde de “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenlerin sayısı, bugün de olduğu gibi, az değildi. Ama sonuç olarak Hitit Devleti tam anlamıyla bir İmparatorluğa dönüştü ve yüzyılı aşkın bir süre varlığını devam ettirdi. 

 

 Hitit kralı II. Muršili’den sonra tahta çıkan oğlu II. Muwatalli’ye ait
mühür baskısı. Muwatalli (küçük figür) burada tanrının himayesinde betimleniyor.

İçinde bulunduğumuz Covid-19 salgınının 20 yıl sürmeyeceğini umuyor ve bir an önce her şeyin eskisi gibi olmasını arzu ediyorum. Bununla beraber tüm gelişmelere umutla bakmak gerektiğinin altını çizerek, yine veba dualarından bir alıntı ile yazıya son vermek isterim:

“Ülke(miz) rahat etsin, gelişsin ve eski durumuna dönsün.”

*Doç. Dr. / İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Hititoloji Anabilim Dalı.

 



Kaynak

#Hitit #İmparatorluğunda #salgın #fırsata #çevrildi

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.