Foucault’tan konuşma özgürlüğü üstüne…

Antikçağ metinleri kuşkusuz meraklı okurlar için erişilebilir olmakla beraber bu metinlere ilişkin incelikli yorumlar için Michel Foucault benzer biçimde önde gelen düşünürlere gereksinimimiz olduğu açıktır.

Foucault, Söylem ve Hakikat’te (Detay Yay. / Çev. Kerem Eksen, Murat Erşen), “politik hiddet” diyebileceğimiz ve dalkavuklukla ilişkisi olan tutumun içeriğini aydınlatıyor:

“Hiddet daima, daha oldukca iktidara haiz olan ve bu fazladan iktidarı, akli, dolayısıyla ahlaken kabul edilebilir sınırların ötesinde kullandığı bir durumda bulunan kişinin taşıp gürlemesidir. Hiddet daima en kuvvetli olanın taşkınlığıdır… Bu tutumun tam tersi olan dalkavukluk ise ‘daha kuvvetli olanın lütfûnu kendine çekmeye yönelen en güçsüzün davranışıdır’”. (s. 40)

ANTİKÇAĞ’DA ETİK SINIRLAMALAR

Genel olarak Foucault’nun Antikçağ üstüne paylaşmış olduğu yorumları ile aşina olan okur, Antikçağ’da politikacıya çeşitli etik sınırlamalar getirildiğini oldukca iyi bilmektedir.

Belirli ilkeler ışığında en büyük beklenti hükümdarın ilk olarak kendi kendisini yönetebilme yetisine haiz olmasıdır. Bu da bir tür güç zehirlenmesinin dışa vurumu olarak hiddet patlamalarından kaçınabilmesi ve eleştirileri kabul etmek suretiyle başkalarına söz söyleme hakkını tanıması ile ihtimaller içinde olabilir.

Hükümdarın yönetim yetilerini çevresindeki dalkavuklar ile geliştirmesi olanaksızdır. Bu şekilde bir durumda bilgelikten uzaklaşarak bir tirana dönüşecektir.

Her ne kadar hükümdar ahlâki ilkelerle bir öz denetim tutumunu edinmiş olsa da sözü söyleyen özne, negatif tepki alma olasılığı sebebiyle riske girmiş olur ve “parrhesia” sözcüğüne yönelik müracaat da aslına bakarsan bu riski koşul koşmaktadır.

Gene sözcüğün tam anlamına kavuşabilmesi için söz söyleyenin kendisini bu riske iten bir öz eleştiri ahlâkının olması gerekir.

Bu ahlâki tutum “hakikatin söylenmemiş halde kalmış olduğu bir yaşamın güvencesi altında kalmaktansa, hakikati söylemek uğruna ölümü göze” almak olarak özetlenebilir. (s. 79)

Ahlâk daha genel boyutta söylenen sözün hakikat bulunduğunu güvence altına alır. Descartes benzer biçimde hakikat için bir kanıt aramayan Antikçağ zihniyeti, sözü söyleyenin ahlâklı olmasını kafi görür; özne ahlâklı olduğundan hakikatten başka bir şey söylemeyecektir.

ANALİTİK BİR ŞEMA

Foucault yalnızca tarihsel bir serim ortaya koymaz. Değişik metinlerden edindikleri ile “parrhesia” için analitik bir şema da geliştirir. Sözcüğün işaret etmiş olduğu koşullar da böylelikle açığa çıkmış olur.

İlk olarak, sözü söyleyecek olan öznenin dalkavuk olup olmadığını idrak etmek için belirli bir süre ve tecrübe gerekmektedir.

İkinci olarak, sözün bu sözle hedeflenen şahıs üstünde beklenen etkiyi bırakabilmesi için fırsat kollanması ve fırsat ele geçirildiğinde harekete geçilmesi gerekir.

Üçüncü olarak, sözü söyleyen mevzusunda titiz bir araştırmaya girişilmesinde olduğu benzer biçimde, sözün üstünde bir tesir bırakacağı öznenin de etkiyi kabul etmeye elverişli olması koşulu aranmalıdır.

Derhal her şey benzer biçimde “parrhesia”nın içinde ne olduğu de tarihsel bir değişiklik geçirir. Süre içinde filozoflar, “parrhesia” pratiği ile “tinsel rehberler” konumunu elde etmişlerdir. Söz mevzusu pratiği Kinikler hususi ilişki bağlamlarından kopararak kamusal alana taşımışlardır.

Bu değişimin ayrıntıları ve kim bilir en mühim özgürlük olarak söz söyleme / konuşma özgürlüğünün zamanı ile ilgilenen okurlar Söylem ve Hakikat’i kesinlikle okumalı.

#Foucaulttan #konuşma #özgürlüğü #üstüne

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.