Bir yazar olarak vazifem, okuyucuyu hikâyeye inandırmak


Naz Erdoğan

DUVAR – Mültecilik, dünyanın neresine giderseniz gidin bir ‘hiçlik’ duygusu olarak yanı başınızda beliriyor. Hiçbir yere ait olmamak ne demek? Yurtsuz olmak? Afgan, Pakistan, Suriye ve daha niceleri… Türkiye’nin de önemli gündemlerinden biri olan mülteci sorunu, İbrahim Bakırhan’ın kaleminden ‘Kimsesizler Adası’ adıyla bir romana dönüştü. Bakırhan, yaşanan tüm sorunları romanında çarpıcı bir üslupla anlatıyor.

Dikenli tel örgüler ardında bekletilenler, ucuz can yelekleriyle botlara bindirilenler… Bir ülkeden başka bir ülkeye itilen kimsesizler olarak kalmayacaklar. Roman boyunca Mr. Nobody’nin dahice planlarına ortak oluyor okurlar. Aksiyon, dram, ölümle yaşam arasında ince çizgi…

İbrahim Bakırhan’la romanını konuştuk.

Bu ikinci romanınız, ayrıca senaryo yazıyorsunuz. Yazıyla olan ilişkinizi anlatır mısınız?

Yeditepe Üniversitesi elektrik bölümü mezunuyum ama hiçbir zaman profesyonel olarak bu işi yapmadım. Bunun yerine 2007 yılında gittiğim Brezilya’daki yaşamdan etkilenerek orada yaşama kararı aldım. Sonrasında birçok ülkede kalma, birçok kültür ve insan tanıma fırsatım oldu. Böylelikle nasıl bir dünyanın içinde yaşadığımı daha iyi anlamış oldum. Nihai olarak da 12-13 yaşlarımdayken, Necip Fazıl Kısakürek’in “Bir Adam Yaratmak” adlı tiyatro eserinin filmini izledikten sonra başlayan yazma hevesimi besleyecek, birçok tecrübe ve bilgi birikimini değerlendirmek üzere ilk kitabım olan, ‘Kalem Koleksiyoncusu’nu yazdım.

Yazmak, sonsuz sayıda kombinasyonları olan bir denklemle uğraşmak gibi. Sadece o denklemin bir parçasını kaleme alıyorsunuz, kendi yorumlarınızı katarak. Bir bakıma yaratıcı oluyorsunuz. Sizin insanlarınız, sizin sokaklarınız, sizin hikâyeniz… Bunu yaparken tadılan duygunun bir tarifini yaz deseniz, işte o noktada aciz kalırım.

‘MR. NOBODY, NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ’NÜ KAZANAN İLK HAYALİ KARAKTER BİLE OLABİLİR’

‘Kimsesizler Adası’, diğer adıyla Refugeepolis… Romandaki baş karakteriniz Mr. Nobody, dünyanın gündemini meşgul eden mülteci sorununa radikal bir çare arayışı içinde. Mültecileri “sorun” demeden anabilecek miyiz? Mr. Nobody’nin uğruna dünyayı karşısına aldığı bu çabasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mr. Nobody, yani tam olarak karşılığı “Bay Hiç kimse”. Bu karaktere bir isim vermedim. Çünkü vereceğim herhangi bir isim bile onu bir taraf yapabilirdi. Aslında karakterin fedakârlığı, ismiyle başlıyor. Bu yüzden bu karakterin karakteristik özelliklerini belirlerken çok titiz davrandım. Her şeyden öte inanılmaz derecede tarafsız gözlem yapabilen bir vicdanı ve o vicdan doğrultusunda aldığı kararları var Mr. Nobody’nin. Aldığı kararlar sonrasında da elde ettiği neticeler, kazanımlar ve kayıpları göz önünde bulundurursak, Nobel Barış Ödülü’nü kazanan ilk hayali karakter bile olması muhtemel. Keşke her ülkenin onun gibi bir başkanı olsa diyebiliyorum.

Mültecilere gelirsek de, mülteci=sorun! Bir devlet düşünün ki muhatap kaldığı mültecilere kapısını açsın, yedirsin, içirsin, giydirsin… Yani tüm insani vazifelerini yerine getirmiş olsun. Sizce bu, o mültecinin, yerinden yurdundan edilmişliğini unutturabilir mi? Topraklarından zorla göçe yollanan insanların son durakları yine kendi toprakları olmadığı sürece, mültecileri anarken “sorun” demeden anamayacağız bu durumu.

Kimsesizler Adası, İbrahim Bakırhan, 264 syf., İnkılap Kitabevi, 2021.



Mr. Nobody’nin terk ettiği konforlu hayat, bir evsizle temasıyla başlıyor. Bir yangınla başlayan olaylar zinciri, Mr. Nobody’nin konforunu kaybetmesine yol açıyor. Mültecileri, evsizleri gerçekten anlayabilmek için konforumuzu mu kaybetmeliyiz? Bir yazar olarak siz nasıl bir dönüşümle bu hayatlara odaklandınız?

Gerçekten bazı güçlüklerle karşılaşılmadan o güçlüğün ne demek olduğunu algılayamıyoruz. Algıladığımızı varsayalım, içinde yaşadığımız şartlar iyi ya da kötü her ne olursa olsun bizi öylesine hipnotize ediyor ki, daha kötüsünün bir başkasının başına gelişini umursamıyoruz. Sabah gazete manşetlerinde bir bebeğin kıyaya vurmuş cesedini eline alan bir askerin resmini görüyor ve günlerce buna üzülüyoruz. Şu an itibari ile o bebeğin isminin Aylan olduğunu, giydiği t-shirt’ün renginin kırmızı, şortunun mavi olduğunu kaç kişi hatırlıyor? Yarın kaç kişi hatırlayacak? Günde kaç Aylan bebek ölüyor? Onların yaşaması, bizim konforumuzun bozulmasıyla gerçekleşecekse, tabiri caizse yerin dibine girsin o konfor.

Ben 2015 yılında Brezilya’da bir kaza sonucu 4 yaşındaki evladımı kaybettim. Cenazesini Türkiye’ye getirmek istediğimde, Brezilya gümrüğü, “Ülkelerimiz arasında cenaze gönderim anlaşması yok” dedi. Yıllarca yaşadığım bir ülkede o an mülteci konumuna düştüm. Çaresizlik ve yalnızlık denilen şeyin ne demek olduğunu o an anladım. Bu kırılma noktasının da beni şu an olduğum kişi yapmasında çok büyük bir etkisi oldu.

”KİMSESİZLER ADASI’NIN BİR DİJİTAL PLATFORM İLE ÇALIŞMALARINI SÜRDÜRÜYORUZ’

Bir senarist olarak Mr. Nobody’nin hikâyesini beyazperdeye aktarmayı düşünüyor musunuz? Romanlarınızın yanı sıra senaryo çalışmalarınız hakkında da bilgi verir misiniz?

‘Kimsesizler Adası: Refugeepolis’, beyazperde olmasa da önemli bir dijital platform ile çalışmalarını sürdürdüğümüz bir proje. Belki sinema olarak değil ama bir dizi olarak hayata geçecek. Bu da açıkçası beni çok heyecanlandırıyor. Daha evvel yazmış olduğum hikâye ve senaryoları tasarlarken kurmuş olduğum matematiğin doğru olduğunun ispatı niteliğinde. Nedir bu matematik? Evet hikâye çok önemli ama o hikâye için seçtiğiniz karakter o hikâye için ne kadar uygun? Kurulan o dünyada karakter kendisine ne kadar doğru bir yer bulabilir? Neticede işlevsiz bir karakter, hizmetten çok kafa karıştırıp gerek okuyucuyu gerekse de izleyiciyi sıkabilir. Kalemi elime almadan önce ilk olarak titizlikle bu konu üzerinde çalışmalar yaparım. Bazen öyle oluyor ki, yarattığınız herhangi bir karakter, ana hikâyenin ötesine geçip izleyiciyi ya da okuyucuyu, bulundukları hikâyeden ziyade kendi geçmiş hikâyesini merak ettirir hale getirebiliyor. O zaman da oturup o karakterin hikâyesini yazmaya başlıyorsunuz. Tam olarak o noktada da ana hikâyenin ve karakterlerinin ne kadar sağlam bir temel ve inandırıcılık üzerine kondurulduğunu görüyorsunuz.

‘BİR YAZAR OLARAK VAZİFEM, OKUYUCUYU HİKÂYEYE İNANDIRMAK’

Romanınız Cenevre’de geçiyor. Anadolu coğrafyasındaki bir yazar olarak kendi ülkeniz dışındaki hayatlara ve coğrafyaya odaklanmış durumdasınız. Sanatçılar yerelden evrensele ulaşma arzusu içindedirler. Siz romanınızda yerel bir hikâye anlatmıyorsunuz. Neden böyle bir tarz denediniz?

Bu hikâyede bu tarzı tercih etmemin birkaç sebebi var. Öncelikle bir yazar olarak vazifem, okuyucuyu bir hikâyeye inandırmak. Eğer bu hikâye Anadolu coğrafyasında geçseydi ve Mr. Nobody bir Türk olsaydı, kendim bile bu hikâyeye inanmazdım. Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler’in ikinci büyük yerleşkesinin Cenevre’de oluyor oluşu da bu durumu etkiledi. Evet, karakterimiz bir Amerikalı da olabilirdi ama yine o zaman kimseyi inandıramazdım. Bunların tümü yerine daha tarafsız ve adil algılanabilecek bir ülkenin vatandaşı yaptım Mr. Nobody’yi. Ayrıca, İsviçre’nin de bir Avrupa Birliği üyesi olduğunu düşünürsek, mülteci sorununa birebir muhataplardan biri oluyorlar. Kısaca hikâyeye doğrudan hizmet eden bir atmosferi kullanmam gerekiyordu.

Kitabınızın sonuna geldiğimiz de hikâyenin süreceğini hissettiriyorsunuz? Bir serinin ilk dizisini mi okuduk?  

Aslında Mr. Nobody’nin ilk girmiş olduğu mücadelesi ve hedefine doğru attığı adımları ‘Kimsesizler Adası: Refugeepolis’ isimli kitapta işlemeden önce, bu hikâyeyi bir dizi formatında tasarlamıştım. Dizinin ilk sezonunda kitaptaki kısım, yani Mr. Nobody’nin mülteciler için bir ada kurma fikrinin geldiği yere kadar işlemişken, diğer sezonlarda da mültecilerden oluşan toplama bir milletin neler yapabileceğini kaleme aldım bölüm senaryolarında. Nihayetinde tüm mülteciler Müslüman değil ya da aynı dili de konuşmuyor. Çok ciddi kültürel farklılıkları da var. Tek ortak noktaları ise beraber yaşamak zorunda kaldıkları bir adada nefes alıyor oluşları ve dünyanın geri kalanının mülteci sorununun olmadığı bir güne merhaba deyişleri. Tüm bu süreçleri, belirli karakterler üzerinden bir seri halinde hem dizi hem de kitap olarak işlemeyi istiyorum. 



Kaynak

#Bir #yazar #olarak #vazifem #okuyucuyu #hikâyeye #inandırmak

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.